bu su hiç durmaz

Mood:




Belki de her şeyi kabullenip hayatı akışına bırakmak lazım. Zorlamak bazen çözüm değildir. Ve zorla olan hiçbir şey güzel değildir.”

Bu alıntıyla karşılamak istedim. Tolstoy’un sözü diyorlar araştırmadım, ki gerek de yok. Sözler onu yazana değil, ona ihtiyacı olana aittir diye düşünüyorum. Bu sözün de orijinali ‘şiirler onu yazana değil, ona ihtiyacı olana aittir‘ şekilde ama konumuz bu da değil. Konumuz Sabahattin Ali, konumuz içimizdeki şeytan. Konumuz bazı şeylerin anlatılamaması saçmalığı. Anlatsak bile anlaşılamamak. Tarih boyu süregelen en basit ve en yıkıcı şey. Yine bir alıntıyla anlatmak gerekirse ‘Anlamıyorlar, nazlanıyorum sanıyorlar. Oysa hiçbir şey istemiyor içim…‘ Oğuz Atay’ın bile anlaşılamamaktan dem vurduğu hayatta, beni anlasınlar diye uğraşmak son derece gereksiz. Zaten vazgeçtim. 2802 güncük bir sabır gerekiyor sadece. Sayılı olunca nasıl da geçiyor zaman, anlatamam.
Ya da bunu da bir alıntıyla tamamlayayım. Hem de Zarifoğlundan; “hayat nasıl da geçiyor, zaman hiç geçmezken.” Tabi o üstat gerçek bir yazar olduğundan sağ eliyle sol kulağını tutar gibi anlatıyor. Ben burnumu kurcalar gibi.

Geçen bahçede domatesleri sularken, bir büyüğüm dedi ki “Domatesler narin öyle yukarıdan hortumla sulanmaz. Zarar verirsin. Al küreği eline, köklerin yakınından böyle bir yol kaz en baştan en sona. Sonra hortumu o kazdığın yerin başına koy. Su akıp en sona kadar gidecek. Bu şekilde sula onları. Hem kökleri zarar görmez, hem daha iyi beslenir”

O ara büyük bir aydınlanma yaşadım toprağı eşelerken. Yapmam gereken buydu. Önce madcama giden yolu kazacaktım, sonra suyu açıp onun usul usul bana gelişini izleyecektim. Kader çizgisini bozmadan, suyu akışına bırakarak.
Buradaki incelik diğer domateslere zarar vermeden, yolu çok derin ya da yüzeysel kazmadan, suyu da açık bırakmadan sulama yapmak. Hiçbir zorlama olmadan ve bütün engelleri aşarak hem de. Biliyorum çünkü, su hiç durmaz…

En başta tolstoy dedemden alıntıladığım gibi ‘belki de her şeyi kabullenip hayatı akışına bırakmak lazım.‘ 65 yaşında bisiklet sürmeyi öğrenen birine göre çok fazla anlamlı sözü var tolstoy dedemin. Bu arada ben hiçbir dedemi şu fani gözlerimle görmedim. Babamın babasını görmüşüm yaşım 4 falanmış hatırlamıyorum. Dedemin bütün sözleriyle kapışacak bir şarkısı var Bülent Ortaçgilin. İlk dinlediğimde saçma bulup, yıllar sonra sevdiğim şöyle ki;

yaşamak dop doluydu
akan pınarlar gibi
inanmayanlar beklediler
umutlarını borç verdin
cebinde hiç kalmadı
dostların anlamadılar
sen hep kendine önlemler aldın
ben kendime yasaklar koydum
önümüzde barajlar var
bu su hiç durmaz

İnançlarımı kaybederek, sevdiğim insanlarla arama koyduğum mesafeyle besliyorum içimdeki karanlığı. Düşüncelerim ona bir beşik. Uyuyarak büyüyor, gittikçe güçleniyor ve bu beni kötü hiseettirmiyor. Sadece çok bilinmez var. Düşünerek çözemeyeceğim şeyler oldukça rahatsız edici. Aşamadığım şeylere, alışmaya çalışıyorum biraz biraz. Akli melekelerim yerinde olmadığı için bir süre daha gözaltı.

Sizin siyahız bana pembe, sizin karanlığınız bana gölge. Şaka yapmıyorum. Ben venomumdan korkuyorum, nasıl anlatayım bilmiyorum. Gerekli de sanmıyorum.

Benim hikayemde Sméagolun olduğu yerde golluma söz bile düşmüyor. Öyle karışık bir ortadünya bu. Yüzük nerede belli değil, onu yok edecek ateş yok. Gandalfın saçlar 3 numara, elfler siyahi.

Çok şey yazıp, hiçbir şey anlatamadığımı biliyorum. Çok konuşup hiçbir şey anlatamadığım gibi.

Yorum bırakın